Wednesday, April 8, 2009

Obama'nın 40 saatlik Türkiye ziyaretinin bıraktığı 9 sonuç...

CENGİZ ÇANDAR

Amerikan tarihinin ilk siyah ve kısmen ‘Müslüman’ kökenli başkanı Barack Hussein Obama, Beyaz Saray’a yerleşmesinin üzerinden 100 gün geçmeden ‘ilk’ denizaşırı ‘ikili temas’ niteliğindeki ziyaretini ‘ilk’ kez Türkiye’ye yaptı ve Ankara ile İstanbul’u kapsayan 40 saat içinde Türkiye’den rüzgâr gibi geçti.
Birçok bakımdan ‘ilk’leri ifade eden bu tarihi ziyaret 40 saate sığdırıldı ama içine etkileri yıllar sürecek veya yıllara yayılacak çok önemli sonuçlar üreterek noktalandı.
Bu sonuçları iki ana başlıkta toplamak mümkün. Birbirleriyle bağlantılı da olsalar, Obama ziyaretinin sonuçlarını ‘uluslararası alanda’ ve ‘Türkiye’ye ilişkin’ diye iki yönüyle kategorize edebiliriz.
Uluslararası politika bakımından:
1. Barack Hussein Obama’nın tüm dünyada yankılanan ve Türkiye’den tüm dünyaya ilettiği en önemli ‘mesaj’, Amerika’nın ‘İslam’la savaş içinde olmadığı ve asla olmayacağı’na ilişkin sözleridir. Bu, 11 Eylül (2001) sonrasına ilişkin temel bir ‘paradigma değişikliği’ne ve ABD’nin bir numaralı önceliğinin İslam dünyası ile barışçıl ve uyumlu ilişkiler kurmak olduğuna işaret ediyor.
2. Bu çerçevede yani ABD ve Batı ile Müslüman dünyanın ilişkilerini yeni, barışçı bir işbirliği içinde kurması amacına yönelik olarak verdiği diğer önemli ‘mesaj’ ise Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyeliği ile güçlendirilmesidir. Obama, bu ‘mesaj‘ı daha Türkiye’ye ayak basmadan Prag’da AB Zirvesi’nde Türkiye’nin AB üyeliğinin ‘Batı’nın Müslüman dünya ile ilişkilerini geliştirmesi için iyi bir işaret’ olacağını söyleyerek vermişti. Ankara’da, Sarkozy’nin bu sözlerine karşı çıkmış olmasına rağmen, söz konusu ‘mesaj’ı, Türkiye’nin AB üyeliğini ‘kuvvetle desteklediğini’ bildirerek bir kez daha ve altını çizerek verdi.
3. Uluslararası plânda yankılanan bir başka önemli ‘mesaj’ ise, daha önce de değinmiş olmakla birlikte, Filistin sorununun ‘iki-devlet çözümü’nden geçtiğine ilişkin mesajıdır. Obama, ‘iki-devlet çözümü’nü daha önce de telaffuz etmiş olmakla birlikte, İsrail’de buna soğuk duran Netanyahu-Lieberman hükümetinin kurulmasından sonra, ABD’nin Filistin sorununa ilişkin siyasi duruşunu Ankara’da şu sözlerle dile getirdi:
‘ABD, yan yana barış ve güvenlik içinde İsrail ve Filistin olmak üzere, iki devlet hedefini kuvvetle desteklemektedir... Bu, tarafların yol haritasında ve Annapolis’te mutabık kaldırları bir hedeftir. ABD Başkanı olarak bu hedefin peşinden aktif biçimde gideceğim.’
4. Obama, İran konusunda daha önceki yaklaşımını da Türkiye’de bir nebze ayrıntılı bir biçimde ifade etmiş ve kavramsallaştırmıştır. ABD ile ‘İran İslam Cumhuriyeti’nin karşılık çıkar ve karşılıklı saygı içinde temasından yana olduğunu bildirmesinden sonra, ‘İran’ın uluslar ailesinde hak ettiği rolü oynamasını istiyoruz. İran bir büyük uygarlıktır. Onların (İranlıların) refah ve güvenlik getirecek şekilde (uluslararası sisteme) ekonomik ve siyasi entegrasyonu amacıyla görüşmelere girmesini istiyoruz’ sözlerini kullanarak, İran yönetimine ‘kuvvetli’ bir ‘davet mektubu’nu Türkiye’den iletmiştir.
***
Barack Hussein Obama’nın 40 saatlik ‘rüzgâr gibi geçen’ ziyaretinin ‘ikili ilişkiler’ bağlamında Türkiye’ye sunduğu çok önemli sonuçlar söz konusudur. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
1. Obama, kendisinden önceki hiçbir Amerikan Başkanı’nın Türkiye’ye vermediği ölçülerde önemi ve göstermediği ölçülerde yakınlığı ortaya koymuştur. Türkiye’ye ilişkin algılamasını şu sözleri yansıtıyor:
“Türkiye’nin geleceğini tartışmak isteyenlerin olduğunu biliyorum. Ülkenizi kıtaların kavşağında ve tarihin getirdiği cereyanların etkisinde bir yer olarak görüyorlar. Burasının medeniyetlerin buluştuğu ve değişik halkların bir araya geldiği bir yer olduğunu biliyorlar. Farklı yönlere çekilip çekilmeyeceğinizi merak ediyorlar. Fakat ben sanıyorum ki, anlamadıkları Türkiye’nin büyüklüğünün sizin her şeyin orta yerinde bulunabilme yeteneğinizden kaynaklandığıdır. Burası Doğu ve Batı’nın ayrıldığı değil, bir araya geldikleri yerdir.”
Obama’nın bu algılamasının ürünü, ABD’nin Türkiye ile bir ‘model ortaklık’, bir başka deyimle ‘örnek ortaklık’ kurma kararlılığını ifade etmesidir. Bu yeni ‘model ortaklık’ kavramı, 1991’den beri tedavülde olan ve özünde gerçeği yansıtmadığı gibi, pek de olumlu bir anlam içermeyen ‘stratejik ortaklık’ kavramının yerine geçmeye adaydır. Yeni Amerikan yönetimiyle, Obama’yla birlikte gelen ve Türkiye’de onun ağzından telaffuz edilen bir yeni kavramdır.
‘Model ortaklık’, Amerikan dış politika gündeminin en üst sıralarını oluşturan, dolayısıyla dünyanın en önemli gündem konularında Türkiye ile yakın işbirliğinin kurulacağının habercisidir.
2. Obama, yeni Amerikan stratejik bakış açısında Türkiye’yi bir bütün, Türkiye olarak kavradığını, TBMM’de grubu bulunan tüm siyasi parti liderleriyle, yani muhalefetle
görüşerek vurgulamış olmuştur. Bir Amerikan Başkanı’nın TBMM’de temsil edilen tüm siyasi parti liderleriyle görüşmesi de bir ‘ilk’tir.
Bunun en önemli sonucu, DTP’nin Obama üzerinden bir ‘uluslararası meşruiyet’ kazanması ve artık Türkiye’de kapatılmasının neredeyse imkânsızlaşmasıdır. ABD Başkanı, DTP’nin kim olduğunu ve hangi ithamlar altında bulunduğunu herhalde biliyordu. DTP ile görüşmesi, PKK’nın silahsızlandırılması üzerinden Kürt sorununun çözümü için ABD’nin benimsediği parametreleri de ortaya koymuş sayılır.
Amaç, PKK’nın ‘DTP’lileştirilmesi’dir. DTP’nin ‘PKK’laştırılması’ değil. Obama, bu yaklaşımını, böyle bir tanım yapmadan ama İrlanda’da ‘ayrılıkçı ve birlikçi’ Katolikler ve Protestanlar arasındaki sürece gönderme yaparak ve her iki taraf ile görüştüğünü gençlerle Tophane-i Amire’deki söyleşisinde anlatmıştır.
3. Obama’nın Türkiye ziyaretinin Türkiye’ye izdüşümünü bırakacak en önemli sonuçlarından biri kuşkusuz. Ermeni sorunu ve Ermenistan ile ilişkilere ilişkindir. Obama, ABD’nin hâlâ kendi tarihinin bazı karanlık bölümleriyle uğraştığına dikkati çekerek ve bu anlamda buyurgan olmadan, nazik bir uslûpla Türkiye’nin ‘kendi tarihiyle yüzleşmesi’nin gereğine vurgu yapmış ve Türkiye-Ermenistan arasındaki ‘normalleşme’ye güçlü bir destek belirtmiştir. Bunun, Türkiye’nin ‘bölgesel liderliği’ ile ilgisini de kurmuştur.
4. Obama ziyareti, Türkiye’nin demokratikleşme ve reform sürecinin önünü açmış ve bu konuda ayak sürümeyi artık çok zorlaştırmıştır. AB yolunda Obama’dan ‘kuvvetli’ destek göreceği besbelli olan iktidarın, bu desteği sürdürebilmesi ve sağlama almasının yolu, içerde reformlara enerjik biçimde devamdan ve demokrasiyi güçlendirmekten geçiyor.
İşte bu konuda Obama’nın, Türkiye’nin yakın geçmişte gerçekleştirdiği reformları sıraladıktan ve övdükten sonra, kendi ağzından sözleri:
‘Gerçekleştirilen bu başarılar uygulanması gereken yeni kanunlar yaratmıştır ve bu ivme korunmalıdır. Zira demokrasiler durağan olamazlar.
İleriye doğru gitmek zorundadırlar. Din ve ifade özgürlüğü güçlü ve canlı bir sivil topluma yol açarak, devletin güçlenmesine yol açar... Hukukun üstünlüğüne ilişkin süregelen bir yükümlülük, halkın her kesimi için geçerli olan adaletten kaynaklanan güvenliği elde etmek için biricik yoldur.
Bunu günümüz Türkiye’sinin iç politika gündemine tercüme edersek, Ergenekon davasının yolu ve önü açık kalacak demektir.
5. Obama, Türkiye’yi Batı’ya güçlü bir biçimde demir atmış bir ülke olarak görmek istiyor. Bu amaçla, sürekli vurgu yaptığı husus, Türkiye’nin ‘güçlü, canlı, laik demokrasisi’. Bundan böyle, Amerikan Başkanı’nın ‘laiklik’in altını özenle çizmesi ve lımlı İslam’ kavramını imadan bile kaçınması, bu konuda ülke içindeki paranoyanın ortadan kalkmasına muhtemelen yardımcı olacaktır.
***
Evet, Barack Hussein Obama’nın 40 saatlik Türkiye gezisi, birçok sonuç üreten, sonuçlarını önümüzdeki yıllara yayacak veya önümüzdeki yıllarda verecek olan önemli ve ‘tarihi’ bir geziydi.
Barack Hussein Obama, dünyada hiçbir Amerikan Başkanı’na nasip
olmayan bir popülaritenin ve aynı zamanda büyük beklentilerin muhatabı. Türkiye’ye ayak basmadan, Türkiye’de ona güven ve sempati oranı
yüzde 52 idi.
40 saatlik Türkiye ziyaretinin ardından, bu rakam yüzde 65-70 diye ölçülürse kimse şaşırmayacak...

No comments: