22/03/2009
BASKIN ORAN
Geçen hafta bir açıkoturumdaydım. Konu, AKP’nin değerlendirilmesi. Zaten son yazım, şimdi tahmin etmiş olabileceğiniz gibi, oradaki konuşmamın özeti idi. Bu gibi toplantılara konuşmacılar, malum, hazırlanıp gelirler. Konu hakkındaki görüşlerini, dikkatli (ve dolayısıyla, tutarlı) bir biçimde anlatırlar. Esas olay ise soru-cevap bölümündedir. Konuşmacı sıkıştırılır. Kafasının ardındakileri (bazen, bilinçaltındakileri) de anlatması istenir. Esas düşüncesi ortaya cilasız-makyajsız döktürülür.
Bu açıkoturumda da bunun bir örneğine tanık olduk. AKP’yi öven bir konuşmacı, bir soruya cevaben, çoğu muhafazakâr olan dinleyicilerden birçoğunu da şaşırttığını tahmin ettiğim bir şey söyledi: “Zaten, Osmanlı İmparatorluğu kendini toparlamaya başlamıştı. Cumhuriyet olmasa bugün daha ileride olurduk”.
Fevkalade tartışmalı bir ideoloji olan Kemalizm’in tek tartışılmayan ilkesi olan Cumhuriyetçilik hakkında böyle düşünülmesi çok ilginçti ama, ben bu söze şaşırdım diyemem. Çünkü aynı konuşmacı, geçen hafta dediğim gibi, Mazlum-der’in “Kim olursa olsun mazlumdan yana ve kim olursa olsun zalime karşı” ilkesini şiar edinmenin “sakıncalarını” yazmıştı. Bazı mekanizmalar, demişti, Darfur’da yaşananları bir anda dünyanın gündemine birinci öncelikli insanî sorun gibi yansıttı. Darfur’da yaşananlar, demişti, “petrol bölgelerine şehvetli bir iştahla yaklaşan batılı ülkelerin” eseridir.
Alt kadronun bilinçaltı
Farkında mısınız, aslında bu durumun tersine de çok rastlarız. Yani soru soranların da bilinçaltlarını ortaya döktüklerine. Bu açıkoturumda bunu da yaşadık. AKP’nin özellikle belediyeler marifetiyle içkiyi yavaş ama kararlı biçimde yasaklamasını bu partinin demokrasi anlayışı için bir “turnesol kağıdı” olarak nitelendirdiğimde, bir öğretmen söz aldı:
“Dövülen bakkal meselesi münferit örnek olmalı. Ben Aydınlıkevler’de oturuyorum, ana caddede en azından 15 kuruyemişçi var. Bunlardan 14’ü içki de satıyordu. Mahalle sakinleri olarak birine gittik, ‘Yahu, biz içki satmayan bir dükkandan kuruyemiş alamayacak mıyız?’ demek zorunda kaldık. Adam sonunda satmamaya başladı. Yoksa alışveriş yapmayacaktık ondan. Şimdi, bizim bu ülkede içki satmayan bir dükkandan alışveriş yapmaya hakkımız olamayacak mı?”
Soru (daha doğrusu, beyan) sahibi, Türkçeye çevrilirse, şunu söylüyor: “Demokrasi varsa, herkes ne istiyorsa o olur. İçki içmek senin hakkın, yasaklatmak da benim hakkım. Kim orada daha kalabalıksa” Tabii, bu sözleri, bir de, kullanılan terminoloji ışığında yeniden okuyunuz: “Bizim mahallede Romanlar da var. Nitelemeye zorlanıyorum. Hani, Esmer Vatandaşlar...”
‘Kasabalı demokrasi’ anlayışı
AKP Türkiye’de değişmesi çok zor dediğimiz birçok şeyi olumlu yönde değiştirdi. Biraz nefes almamızı sağlayan AB Uyum Paketlerinin en önemlilerini geçirdi. Bunlardan önce Azınlık Raporu mu yazılabilirdi; gayrimüslim vakıflarının malları mı tapuya tescil edilebilirdi; Kürtçe dil kursları mı açılabilirdi; Özür Kampanyası mı yapılabilirdi? TRT-Şeş’i yağdan kıl çeker gibi açıvermesinin ne kadar önemli olay olduğunu asıl bundan sonra göreceğiz. Kıbrıs olayını Türkiye’nin başına tebelleş etmiş bir Denktaş’ı 2002 sonunda iktidara gelir gelmez tarihin arşivine göndermesini unutmuş gibiyiz; diyebiliyorsanız az hizmetti deyin. Ermenistan ilişkiler şimdiye kadar hiçbir hükümetin cesaret edemediği biçimde normalleştirilme yolunda. Devlet hastanelerinden valiliklerine kadar her türlü bürokrasinin halka muamelesi çok yumuşadı. Bütün bunlar bu partiye “takdir” gerektiriyor.
Ama AKP’lilerin “demokrasi” anlayışının bilinçaltına iniverince bir noktaya gelip dayanma diye bir olay var. Bu insanı ürkütüyor. Demokratların AKP’yi gerektiğinde “tekdir” etmeleri (azarlamaları) hem Türkiye hem de bu parti için çok önemli.
Hiç merak etmeyin. Yüz yıllık laik Türkiye’de içki miçki yasaklanamaz; bunu 19. yüzyılda sapına kadar püriten Amerika bile yapamadı. Olsa olsa, bu tür bir “demokrasi” anlayışı, şu andaki güçlü durumunu diğer büyük partilerle mukayese edilemeyecek kadar çağdaş bir fotoğraf vermesine borçlu olan AKP’yi sonunda silip götürür. Asıl tehlikeli olan şudur ki, geçen haftaki yazımda anlattığım nedenlerle yani asker’i ve asker zihniyetli “sivil”leri dolaylı olarak güçlendirdiği için Türkiye’ye çok zarar verir.
Ne o? Yoksa AKP’nin diğer büyük partilerle ve hele de CHP’yle mukayese edilemeyecek kadar çağdaş fotoğraf verdiğine bir itirazınız mı var yoksa? Yoksa siz “Muasır Medeniyet” deyince 1930’ları mı bellemişlerdensiniz? Kemalizm’in din’den, sizin de “dinci”lerden ne farkınız kalmış oluyor bu durumda?
Üst kadronun ‘bilinçüstü’
Daha önce de çok yazdım; bu “kasabalı demokrasi” anlayışı AKP’nin burjuvalaşması sonucu zamanla “insana alışacak” (hey gidi o enfes, ama burada anlatamayacağım fıkra!). Ama AKP’nin bu burjuvalaşması başka ve çok önemli bir mazarrat çıkarabilir; buna da derhal şiddetli bir “tekdir” gerekiyor. Cumhurbaşkanı Gül, Afrika gezisinde, Sudan diktatörü El Beşir’i eleştirenlere karşı çıktı. Asistan arkadaşım Nuri’nin dikkatime getirdiği şu gerekçeyle:
“Sudan çok büyük ekonomik potansiyeli olan bir ülke. Ne yapacaktık biz, sırtımızı mı çevirecektik? Türk işadamlarının orada çok büyük yatırımları var. Bir Türk firması bir köprü yaptı, efsane!” (Hürriyet, 24.02.09).
AKP’nin emperyalist ABD’den ne farkı kalmış oluyor bu durumda?
Monday, March 30, 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment