CENGİZ ÇANDAR
Türkiye, Ermenistan ve İsviçre ile birlikte ‘Ermenistan ile normalleşme’ye ilişkin bir ‘yol haritası’ yayımlayalı daha bir ay bile olmadı. Bu ‘yol haritası’, bir gece yarısı yayımlandıktan sonra, ertesi sabah Amerikan Dışişleri tarafından yapılan açıklamayla güçlü bir uluslararası destek de elde etmişti.
Söz konusu ‘yol haritası’ Cenevre’de bir buçuk yıla yakın bir süre İsviçre arabuluculuğunda süren Türk ve Ermeni üst düzey diplomatlarının teknik çalışmalarını noktalıyordu. Söz konusu ‘yol haritası’nın ‘normalleşme’ için ‘ön şart’ olmaktan çıkarttığı her biri taraflardan birinin özel duyarlılığını ifade eden iki unsuru vardı:
1. Dağlık Karabağ konusu;
2. Soykırım.
Bunların ‘normalleşme’ için ‘ön şart’ olarak vurgulanmaması ile ‘yol haritası’ ortaya çıkabildi.
Dolayısıyla; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Bakû’da Azerbaycan Parlamentosu’nda yaptığı şiirli/şiirsel konuşmada Türkiye’nin Ermenistan ile kara sınırını ‘Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden açmayacağını’ ilan etmiş olması, ‘kural değişikliği’dir ve bir ‘ön şart’ koşmak anlamına gelir.
Bu tam da Başbakan’ın Türkiye’nin AB serüvenine ilişkin olarak Sarkozy ve Merkel gibilerine karşı gayet haklı olarak yönelttiği ‘maç oynanırken oyun kuralları değiştirilmez’ ilkesinin konu Kafkasya olduğunda bizzat kendisi tarafından, tıpkı Sarkozy ve Merkel’in yaptığı gibi ihlâl edilmesidir.
Burada tartışma konusu olan Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında kimin haklı olduğu, kimin tarafını tutmamız gerektiği değildir, bu konuda yersiz demagoji yapılmasın. Burada söz konusu olan Türk dış politikasının nasıl yürütüldüğüdür.
Eğer ta 2007 yazsonundan itibaren İsviçre arabuluculuğunda Ermenistan ile ‘normalleşme’ görüşmeleri yapmış, arada Cumhurbaşkanınız ‘tarihi ziyaret’ diye nitelenen bir adımla Erivan’a gitmiş, ardından teknik görüşmeleri tamamlamış ve bir ‘yol haritası’ ilân edecek kıvama işi getirmişseniz, bu sizin dış politikanızın temel çizgilerinden biri olmuş demektir. Bu çizgiye tümüyle ters düşen bir adımı, Başbakan’ın bir konuşmasıyla sıfırla çarpar ve silerseniz, bu vahim bir gelişmedir ve Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında kimin haklı olduğuyla hiçbir ilgisi ve ilişkisi yoktur.
Türkiye’nin uluslararası politikada ve diplomasi sahnesinde inandırıcılığı ile yakından ilişkisi vardır.
***
Bir başka vahim olan husus, Başbakan’ın Dağlık Karabağ çözümünü Ermenistan ile kara sınırının açılması gerekçesi yaparken kurduğu ‘sebep-sonuç ilişkisi’dir. Tayyip Erdoğan,
Türkiye-Ermenistan sınırının kapatılmasının bir ‘sonuç’
olduğunu, bunun bir ‘sebebi’ bulunduğunu, o ‘sebep’in Dağlık Karabağ’ın işgali olduğunu söylüyor.
Bir kere bu, temel bir veri yanlışı. Böyle bir şey yok. Türkiye ile Ermenistan arasındaki kara sınırı, 1993 yılında Dağlık Karabağ çevresindeki Azerbaycan topraklarının işgali sürecinde, Kelbecer’in işgalinin ardından kapatıldı.
Yukarı Karabağ’da söz konusu olan Ermeni işgali de değil üstelik. Dağlık Karabağ, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içinde bir ‘özerk bölge’ idi ve nüfusunun yaklaşık yüzde 77’si Ermeni, yüzde 22’si Azeri ise idi. Dağlık Karabağ’ın özerklik sınırları bir hayli genişti ve Sovyetler Birliği 1991’de çöktüğü vakit, yeni bağımsız Azerbaycan’ın, ne yazık ki, Dağlık Karabağ üzerinde hiçbir fiili kontrolü yoktu.
Yani, Dağlık Karabağ, bir ‘Ermeni işgali’ yoluyla Azerbaycan’dan kopartılmadı.
Bununla birlikte, -başta Hocalı Katliamı olmak üzere Rus askerlerinin de rol aldığı- Dağlık Karabağ’ın Azeri nüfusu ‘etnik temizlik’ ile bölgeden uzaklaştırıldı. Keza, Yukarı Karabağ çevresindeki işgal edilmiş -işte onlar işgal- Azerbaycan topraklarındaki nüfus da ‘etnik temizlik’ adındaki zulüm ile yüz yüze kaldı. Topraklarını terk ettiler. Bu sayı 724 bin olarak hesaplanıyor.
Bu bakımdan, ‘oyun kuralı değiştirmek’ ve ‘ön şart getirmek’ sayılsa da, eğer Tayyip Erdoğan, ‘Azerbaycanlı göçmenler sürüldükleri evlerine geri dönmeden’ veya ‘evlerine geri dönmeleri güvence altına alınmadan’ Türkiye, Ermenistan ile kara sınırını açmayacaktır deseydi, daha anlaşılır olurdu. Hiç değilse bir ‘olgusal hata’ yapmamış olurdu.
Eğer, Türkiye’nin Ermenistan kara sınırının ‘Dağlık Karabağ’ın işgali’ nedeniyle kapandığını zannediyorsanız ve açmak için ‘Dağlık Karabağ sorununun çözümü’ şartını getiriyorsanız, o sınırı sittin sene açmayacaksınız demektir.
O zaman da sorarlar, “Peki, siz bir buçuk yıl Cenevre’de Ermenistan ile görüşmelerde dalga mı geçtiniz?”
Daha önemlisi şu soru gelir: “İlan etmenizin üzerinden daha bir ay bile geçmemiş olan ‘yol haritası’ var mı, yok mu? Resmen ilân ettiğiniz ‘yol haritası’ geçerli mi, değil mi?”
Zira, ‘yol haritası’ geçerliyse, Tayyip Erdoğan’ın Bakû konuşması geçerli olamaz. Yok, Tayyip Erdoğan’ın Bakû konuşması geçerliyse, o takdirde bir aya yakın bir süre önce ilan edilen ‘yol haritası’ çöpe gitmiş bir dış politika belgesinden ötede bir değer taşımamaktadır.
***
Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin Güney Kafkasya politikasındaki tüm ipleri İlham Aliyev’in ellerine teslim eden diplomasisinin yol açtığı bir başka önemli sorun, ‘Türkiye’nin imajı’ ile ilgilidir.
Türkiye, taraf olduğu ya da kendisini taraf olduğu herhangi bir soruna ilişkin olarak, son kertede, ‘çözüm yeteneksizliği’ni sergilemiş oluyor. Türkiye’nin tarafı olduğu sorun her ne ise, o, kangrenleşebiliyor. Kıbrıs’tan Kafkasya’ya, Kürt sorunundan Heybeliada Ruhban Okulu’na, aklınıza ne geliyorsa sıralayın; bunların tarihçesi ne ve çözüme ne kadar yakın duruluyor? Gerçekçi bir hesap yapın.
Türkiye, böyle bir performans ortaya koyduğu vakit, bugüne dek özellikle Ortadoğu diplomasisinde kendisi için en önemli ‘diplomatik getiri’ olan ‘soft power’ını yani ‘arabuluculuk’ ya da ‘çözümü kolaylaştırıcılık’ işlevini ne kadar inandırıcılıkla yerine getirebilir?
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki siyasi-diplomatik manevralar, Türkiye’yi kendi söküğünü dikemeyen bir terziye benzetti.
Tayyip Erdoğan ‘Bakû show’unun sonuçları daha geniş bir coğrafyada olumsuz sonuçlar üretmeye aday.
Bunun Türkiye’ye fazla hasar vermeden ‘geri dönüş’ şansı var mı?
Var. Amerika ile Rusya’nın marifetiyle önümüzdeki yakın dönemde Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir mutabakat sağlanırsa, var.
Yoksa yok...
Sunday, May 17, 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment