Sami Kohen
16 Aralık Salı 2008
ÖNÜMÜZDEKİ cuma, Brüksel’de AB ile Türkiye arasındaki üyelik müzakereleri çerçevesinde, iki yeni “fasıl” açılacak. Bunlardan biri, “Bilgi Toplumu ve Medya”, diğeri de “Sermayenin Serbest Dolaşımı” başlığını taşıyor.
Böylece, Fransa’nın 6 aylık dönem başkanlığı tam sona ererken, giderayak, nihayet iki yeni dosya masaya yatırılmış olacak.
Üç yıldır devam eden müzakere sürecinde “açılan” (fakat kapatılamayan) “fasıl”ların sayısı 10’u buluyor. Ancak toplam 33 faslın çoğu, özellikle Kıbrıs Rum yönetiminin ve Fransa’nın engellemeleri yüzünden açılamıyor.
Açıkçası, Türkiye’yi tam üyeliğe ne zaman götüreceği -ve hatta “ucu açık” sayıldığı için gerçekten götürüp götürmeyeceği- belli olmayan bu müzakere süreci, bir kağnı arabası temposuyla ilerliyor!
Tabii bunda iki tarafın da işi ağırdan almasının büyük payı var. Tempoyu hızlandırmak, ivmeyi canlı tutmak konusunda AB’nin olduğu kadar Türkiye’nin de bir süredir adeta “güçlü bir isteksizlik” gösterdiği açık. İki taraf da bu hareketsizliğin sorumluluğunu birbirine atıyor. Kısacası, müzakere sürecinin girmiş olduğu kısır döngü bir türlü aşılamıyor.
Sonuç ortada
GEÇEN hafta yapılan AB zirvesinden çıkan bildirinin Türkiye ile ilgili bölümünde, bundan öncekiler gibi, Türkiye’nin uyum yasaları, reformlar ve siyasal tutum değişikliği konusunda beklentilerin çoğunu yerine getirmediği hatırlatılıyor, bunun düş kırıklığı yarattığı belirtiliyor ve önümüzdeki dönemde daha hızlı adımların atılması isteniyor.
Saygın bir bağımsız kuruluş olan Uluslararası Kriz Grubu (ICG) dün açıkladığı bir raporda, benzer tespitler yapıyor ve hükümetin reformlar konusunda isteksiz davrandığını ve AB ile ilgili eski siyasi kararlılığını göstermediğini öne sürüyor.
Özellikle son iki yılda, Türkiye-AB ilişkilerinin yavaşlamasının daha çok Ankara’nın tavrından kaynaklandığı açıkça görülüyor.
Bunun çeşitli nedenleri var tabii. Bunların bir kısmı, Türkiye’deki iç gelişmeler -ve krizler- ile ilgili. Bir kısmı da AB’nin - ve özellikle bazı AB üyelerinin- cesaret kırıcı davranışlarıyla ilintili.
Ama nedenleri ne olursa olsun, sonuçta Türkiye AB ile ilişkilerini geri plana itmiş, üstelik kendi çıkarları gereği yapması gereken değişiklikler konusunda gevşemiştir.
Gerçi resmi söylem farklı: Türk yetkililer, Ankara’ya yöneltilen eleştiriler karşısında, hükümetin “siyasi iradesi”nde herhangi bir değişiklik olmadığını söyleyip duruyorlar. Nitekim, son AB zirvesinden sonra Dışişleri Bakanlığı’nın yayımladığı bildiride, müzakere sürecinin “kesintisiz devam etmekte” olduğu ve “reformların sürdürülmesinde kararlılık” bulunduğu beyan ediliyor...
Göstermelik süreç
AÇIKÇASI, Ankara’da ve Brüksel’de resmi ağızların beyanları artık pek inandırıcı olmuyor. Tarafsız düşünenler, iki tarafın da sanki müzakereler kesilmesin ve ilişkiler kopmasın diye bu süreci göstermelik olarak devam ettirdiklerini pekâlâ fark ediyor.
Nitekim Uluslararası Kriz Grubu’nun raporu da bu gerçeği yansıtıyor. Ve daha önemlisi, rapor zamanlı bir uyarıda da bulunuyor: “2009 belirleyici bir yıl olacak... Ya ‘devam’, ya da ‘tamam’ denecek”...
Gerçekten, 2009 Türkiye-AB ilişkilerinde kritik bir yıl olacak. Türkiye, kendinden beklenenleri hızla yerine getirmesi için daha yoğun baskılar altına girecek.
Evet, “tamam” denmeyecek, ama “devam” için de artık sürecin içini dolduracak daha ciddi ve samimi adımların atılması gerekecek.
Tuesday, December 16, 2008
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment