Saturday, December 12, 2009

PKK provokasyonuna yüksek sesle karşı koymak...

CENGİZ ÇANDAR

Tokat Reşadi-ye’de 7 askerin şehit düşmesine yol açan saldırı meğerse ‘provokasyon’ değilmiş, çünkü PKK, Fırat Haber Ajansı aracılığıyla önceki gün olayı üstlendiğini duyurdu.
PKK kaynaklı açıklama, olayın ‘provokasyon’ olduğu gerçeğini ortadan kaldırıyor mu?
Hayır. Tersine, PKK’nın ‘Açılım’a yönelik provokasyon yaptığını gösteriyor.
Bu anlamda, Reşadiye saldırısını, 1993’te Turgut Özal’ın ölümünden bir ay sonra çözüm umutlarını canlandırmış olan ‘ateşkes süreci’ni sona erdiren ‘33 asker’in şehit düşmesini hatırlatan bir ‘provokasyon’ olduğu kanısında olanları yanıltan bir şey yok. Evet, Reşadiye saldırısı, tıpkı ‘33 askerin katli’ olayı gibi bir provokasyondur. PKK imzalı bir provokasyon.
Bakın Stockholm’de yaşayan ve tüm ömrü boyunca şiddete karşı çıkmış olan tanınmış Kürt aydını ve siyasetçisi Kemal Burkay, Cihan Haber Ajansı’na verdiği mülakatta neler diyor:
“Bu 33 askerin katli olayı büyük bir tepki oluşturmuştu. Hem iç hem de dış kamuoyunda dönemin hükümetince demokratik bir çözüm bulunması yönünde olumlu bir beklenti vardı. Özal da çözüm yanlısı bir insandı ama o provokasyon ile çözüm kesintiye uğradı. Savaş yeniden hızlandı ve çok kanlar döküldü yine... Evet, şimdi benzer bir durum var. Ak Parti’nin başlattığı açılım süreci umutlar yarattı; hem yurtiçinde, hem de yurtdışında. Ama ne yazık ki statükocu güçler, savaş lobisi, barış karşıtları ilk günden itibaren sürece çok büyük tepki gösterdiler, bu malûm. En başta da MHP-CHP ve de Baykal-Bahçeli. Bunlar sürekli olarak kamuoyunu kışkırttılar, kamuoyunun korkularına seslendiler. Oysa hükümet iyi niyetlerle bir açılım başlatmıştı ve gerçekten de çözüm yönünde adımlar atmak istiyor. Karşı olanların ise hiçbir projesi yok, sadece engellemeye çalışıyorlar. Bu ortamda Reşadiye olayının gelmesi sürpriz olmadı. Böyle bir şeyin olmasını bekliyordum şahsen ve bundan kaygı duyuyordum. Birçok kimsenin de aynı kaygıları duyduğunu zannediyorum. Her yumuşama döneminde, her demokratik bir adım atılması aşamasında böylesi olaylar oluyor.”
Kendi payıma ben de duyuyordum o kaygıları ve o nedenle geçenlerde de yazdığım gibi ‘Açılım’ı, ‘ince buz üzerinde horon tepme’ye benzetmiş, hassas, kırılgan bir süreç olarak gördüğümü yazmıştım.
Peki, Reşadiye olayı ile ‘Açılım’ın sona erdiğini ilân etmek gerekiyor mu?
Tam tersine, hızlandırmak ve derinleştirmek gerekiyor.
‘Açılım’ın alternatifi, 1984-1993, 1993-1999 ve 2004-2008 arasına dönmek ise, yani ‘kanlı hesaplaşma’dan başka bir yol bırakmamak ise, ‘Açılım’ı inatla ve belirli dersler alarak devam ettirmekten başka yol yoktur.
***
‘Açılım’, süreç ilân edildiği günden başlayarak, yani son dört aydır önce MHP ve CHP’nin ‘provokasyonları’ ile karşılaştı,
en son olarak da PKK, ‘kanlı saldırısı’ ile ‘provokasyonlar kervanı’ndaki yerini aldı.
Birbirlerine hiç benzemeseler, hatta gayet net biçimde ‘karşıt konum’da yer alsalar bile ‘Açılım’ı değişik türlerden ‘provokasyonlar’ ile sekteye uğratmak ve bitirmek için çaba gösteren siyasi organizmaların benzer yanları var.
En başta, ‘Açılım’ın başarıya ulaşması halinde ‘siyasi’ olarak kendilerini zayıflatacağını düşünmeleri; ki, bu MHP ve CHP için geçerli. Bu iki partinin Türkiye’nin Kürt yoğun bölgelerinde varlığı zaten kalmadı. ‘Açılım’ amacına ulaşır ve Türkiye’de iç çatışma ile kan dökülmesi ihtimali ortadan kalkarsa, bu iki partinin Güneydoğu dışında da siyaset zeminleri büyük ölçüde kaybedilecektir.
Zaten her ikisinin ‘Açılım’a karşı tutumları, örneğin İzmir ve Bayramiç’teki olayların iklimini hazırlamıştır.
PKK, ‘Açılım’ı kendisinin ‘tasfiyesi süreci’ olarak görüyor. ‘Açılım’ kuşkusuz Kürt sorununun ‘şiddetten arındırılması’nı hedef aldığı anlamda, sonuçta PKK’nın tasfiyesine gider. Günümüz dünyasında ve bölgede, şayet Kürt sorununa çözümün ‘şiddet yolu’ ile aranmasının hiçbir ahlâki ve siyasi gerekçesi kalmazsa, PKK’nın silahlı varlığının anlamı kalır mı?
Bu yönü ile bakıldığında, Reşadiye saldırısı PKK için bir ‘güç gösterisi’ olmaktan ziyade bir ‘zaaf belirtisi’dir.
Bu noktada yapılacak en temel yanlış ise, ‘Açılım’ı askıya alarak veya ‘sil baştan’ ile PKK’nın ‘silahlı harekât alanı’nı genişletmek olur. ‘Açılım’, PKK’yı, özellikle ülkemizde nüfuz sağlayabildiği Kürt vatandaşlar nezdinde anlamsızlaştırdığı oranda hedefine yaklaşacaktır.
Öyleyse, ‘demokratik atılımlar’a kararlılıkla devam şarttır.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün Amerika-Meksika gezisinden dönüşünde söylediği şu sözler doğrudur ve umut vericidir:
“... Biz güvenlik güçlerimizin yaptığının dışında yeni bir süreci başlattık. Nedir bu yeni süreç? Dedik ki bunun psikolojik boyutu vardır. Bu mücadelenin sosyolojik boyutu vardır, diplomatik boyutu vardır, ekonomik boyutu vardır. Tüm bunları içeren bir milli birlik kardeşlik projesi lütfen buna dikkat edin milli birlik kardeşlik projesi ve hedefiyle demokratik açılım süreci olsun dedik ve bu çalışmayı bu şekilde başlattık. Bu beyefendiler (MHP ve CHP) bu çalışmaya başından beri takoz oldular, çözüme yönelik bir projeleri var mı? Yok... Ama dikkat ederseniz sürekli ihanet, hıyanet... Söyledikleri şey bu.
Onlar ne kadar bunu söylerlerse söylesinler, biz şu inandığımız çözüm sürecini aynı kararlılıkla devam ettireceğiz.”
Tamam. Ama artık Kürt sorununa ilişkin kimlik hakları ve demokratik zeminin genişletilmesi konusunda elle tutular, somut adımlar atılması gerekiyor. ‘Retorik’ ne kadar doğru olsa da, siyasetin yerini almıyor.
***
Varılan noktada bir de DTP’nin kapatılması davasında karara yaklaşıldığı olgusu söz konusu. Bazı Ak Partililerin -Cemil Çiçek ve Burhan Kuzu gibi- Herri Batasuna’nın ETA bağlantısına gönderme yaparak, İspanya örneğinden yola çıkarak DTP’nin kapatılmasına çanak tutar beyanları dikkat çekiyor.
Unuttukları -basın köşelerinden kendilerine hatırlatılıyor- temel gerçek, İspanya’da gerek anayasal ve gerekse uygulamada Bask sorununun demokratik biçimde çözülmüş olduğu gerçeği. Bask bölgesinde ‘ayrılıkçılığı’ savunan siyasi partiler bile var. Yasak olan, hak arama yolu olarak ‘şiddet’ ve ETA ‘şiddet’ kullandığı, Herri Batasuna ise bu ‘şiddet kullanan örgütten talimat aldığı’ için AİHM tarafından kapatıldı.
İspanya’daki anayasal yapı ve uygulamanın onda biri Türkiye’de olursa, o vakit DTP’nin kapatılmasının meşruiyetinden söz edebilirsiniz. Aksi halde, DTP’yi şu aşamada kapatmak PKK’ya daha geniş alan açmaktan başka bir anlama gelmez.
Nitekim son beyanlarına bakılırsa, DTP’nin kapatılmasının Abdullah Öcalan’ın umurunda olmadığı hatta bunu arzuladığı bile söylenebilir.
Reşadiye olayı ve bu saldırıyı PKK’nın üstlenmesinden sonra, Türkiye’de hatırı sayılı sayıda ve seslerini geniş çevrede duyurabilen Kürt kanaat önderi konumundaki kişilere özel bir rol düşüyor. Reşadiye olayının -bunu PKK üstlenmiş de olsa- asıl Kürt halkının haklarına ve çıkarlarına yönelik pis bir provokasyon olduğunu yüksek sesle haykırmak ve kınamak.
Bunu yapabildikleri ölçüde, ‘Açılım’ın önünün açık kalmasına ve Kürt sorununun çözümünün şiddetin dışlanarak aranmasına yardımcı olacaklar. Türkiye siyasetinde rol alabilecekler. Bundan en büyük yararı ise herkesten ziyade Türkiye’nin Kürt vatandaşları görecek.
Gün, provokasyonlara karşı koymak ve PKK’nın ‘silahlı saldırıları’na yüksek sesle ‘Hayır’ demek günüdür.

No comments: