Wednesday, October 7, 2009

Yunanistan'da sol kazanır da, bizde neden kazanamaz?

ORAL ÇALIŞLAR

Sabahın erken saatinde cep telefonuma gelen mesaj Yunanistan’daki seçimleri solcuların kazandığını bildiriyordu. PASOK lideri Papandreu, komşu ülkenin yeni başbakanı olacaktı. Yani solcular, sağcıları yenerek iktidara gelmişlerdi.
Bizdeki sol üzerine düşüncelere daldım tekrar... Sol, bizde sanki yüzyıldan bu yana seçim kazanamıyordu. Bir arkadaşım şöyle dedi: “Türkiye’de sol mu var ki?” Türkiye’de kendisini solda tanımlayan sosyal demokrat partilerin tamamının devletçi ve milliyetçi olduğunu biliyoruz. Evrensel ölçüler içinde bir sol-sosyal demokrat partinin ülkemizde bulunmadığı gerçeği, giderek daha geniş kesimler tarafından fark ediliyor.
Denebilir ki, diğer ülkelerdeki sol partiler de ‘milliyetçi’likten arınmış değiller. Örneğin Yunanistan’da seçimleri kazanan PASOK’un da milliyetçi olduğu öne sürülebilir. Bu bağlamda, Yunan sosyalizminin samimiyeti de tartışmaya açılabilir.
Ancak Yunan solunun ve Avrupa solunun birçok konuda daha demokrat, daha evrenselliğe yatkın bir çizgi izlediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. PASOK’un ‘milliyetçi’lik boyutu, bizim solculardan farklı olarak, devletçiliğe ve militarizmle mesafeli olan bir boyuttur.
Merkel, Sarkozy gibi Avrupa sağının önde gelen isimleri, yabancı düşmanlığı, Türklere düşmanlık gibi konularda ittifak içindeler. Yunanistan’da solcu Papandreu Türkiye ile ilişkiler, Kıbrıs sorununun barışçı çözümü noktasında sağcı Karamanlis’e göre daha olumlu bir çizgiyi savunuyor. Kıbrıs’ta Annan Planı’nı da PASOK desteklemişti.
Genel olarak, Avrupa’da sol partiler, o ülkelerde yaşayan azınlıklara, yabancılara, göçmenlere karşı diğer partilere oranla daha olumlu bir tutum gösteriyorlar. Avrupa’da yabancı düşmanlığının öncülüğünü sağcı partiler yapıyorlar. Bu sağcı
partiler Türkiye’nin AB üyeliğine karşı da daha olumsuz bir tutum içindeler. Bütün bunlar şaşırtıcı şeyler de değil, tam tersine, sağ ve solun evrensel/genel tanımlarıyla uyumlu olan şeyler.
***
İspanya, Portekiz ve Yunanistan uzun yıllar askeri yönetimlerin, militarizmin acısını çektiler. Bu acı, büyük bir hesaplaşmayla sona erdi. Bu ülkeler, askeri yönetimleri, onların bıraktığı kurumları temizlediler. Bu temizliğin başını da bu ülkelerdeki sosyalistler, sosyal demokratlar ve komünistler çektiler.
Türkiye’deki sol hareket ise bu alanda karışık ve karmaşık tutumlar gösterdi. CHP zaten devletçi ve militarist bir gelenekten geldiği için darbelerin pek uzağında durmadı. 12 Mart 1971 askeri darbesine karşı Bülent Ecevit’in çıkışı, geleneksel CHP’den bir kopuş anlamına geliyordu. Bu kopuş çok uzun sürmedi. CHP’nin çizgisi 12 Eylül 1980 askeri darbesinin de etkisiyle, aslına, militarizmin savunuculuğuna dönüştü.
CHP, bugün militarizme en yakın siyasi akım olarak öne çıkıyor. Bu ülkenin farklı renklerine olan yaklaşımı açısından da CHP’yi bir sol parti olarak değerlendirmek imkânsız. DSP’nin de bu bağlamda CHP’den farksız olduğunu söylemek mümkün.
Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir ağırlığı, ne yazık ki milliyetçiliğin, militarizmin, devletçiliğin, bürokratik elitizmin, statükonun yanı başında duruyor. Bu genel tablo içinde baktığımız zaman Türkiye’de evrensel standartlar içinde bir sol hareketten söz etmek elbette ki mümkün görünmüyor. Ülkemizdeki sol hareketler Avrupa solu arasındaki temel ayrım noktasının militarizm ve demokrasi konusu olduğu tezi, her geçen gün kendini yeni örneklerle doğruluyor.
Bülent Ecevit’in 1971 askeri darbesine karşı çıkması ve anti-militarist bir çizgiyi savunması CHP’nin evrensel sol hareketle temasa geçmesine neden olmuştu. Şimdiki CHP, o mirasın üzerinde Sosyalist Enternasyonal’de yer alıyor. Bugün ise dünya sosyal demokrasisi CHP’yi kendi parçaları olarak görmüyor.
Şu anda Türkiye’de sol hareket iktidar adayı değil. Yakın zamanda da olacak gibi görünmüyor. “Türkiye bir değişim yaşarken, temel konularda yeniden yapılanma gereği duyarken, sol hareketin bunun dışında kalması kaderin ve yeni koşulların ironisi olarak mı görülmeli, yoksa ‘zaten bizdeki sol değildi ki’ diyerek normal mi karşılamalı?” sorusu üzerine kapsamlı olarak düşünmekte yarar görmekteyim.
***
Yunanistan’da yıllar önce tanık olduğum bir olayı burada bir kez tekrar ederek ne demek istediğimi örnekli aktarmak niyetindeydim. Çoğunluğu Avrupa’da yaşayan bir grup yurttaşımızla Atina’daydık. Türkiye Büyükelçiliği’ni de ziyarete gittik.
Büyükelçiliğin giriş bölümündeki masanın üzerinde Kenan Evren’in büyükelçiye imzaladığı fotoğraf duruyordu. Hatırladığım kadarıyla, yıl 2000 civarında olmalı. Askeri darbenin üzerinden 20 seneye yakın zaman geçtiği halde, demokrasiyle yönetildiği söylenen bir ülkenin büyükelçiliğinin şeref masasında bir darbecinin fotoğrafı yer alıyordu..
O tarihlerde, Yunanistan’da 1974 yılında yıkılan askeri darbenin önde gelen iki liderinden birisi cezaevinde ölmüştü. Diğeri, 20 yıldan fazla bir süredir cezaevinde yatmaya devam ediyordu. Cezaevinde ölen darbecinin cenazesine katılan bir milletvekili, sağcı Yeni Demokrasi Partisi’nden ihraç edilmişti.
Biz darbe anayasasıyla yönetilmeye devam ediyoruz. Değişiminin önündeki en büyük engel de ne yazık ki kendilerini solcu diye tanımlayanlar. Ve acı olan şu ki, bu gerçeği dile getirmeniz, onun değişimi konusunda somut bir katkı da sağlamıyor.
Halka güvenmeyen, militarizme, devlete, iktidara ve elitlere yaslanan bir solun, toplumun desteğini almasını beklemek, zaten gerçekçilikle bağdaşmaz.

No comments: